- Katılım
- 17 Şubat 2013
- Mesajlar
- 4.890
- Tepkime puanı
- 0
- Puan
- 36
- Yaş
- 31
Bu yazı bızi evde oturdugumuzu para kazanmadıgımızı boş boş bılgısayar basında durdugumuzu sanan tum herkese gelsin ....
Ekşi Sözlük'de Konunun Linki : https://eksisozluk.com/is-hayatinin-aslinda-modern-kolelik-olmasi--4616306?a=nice&utm_source=facebook&utm_medium=eksifacebook&utm_content=i%C5%9F+hayat%C4%B1n%C4%B1n+asl%C4%B1nda+modern+k%C3%B6lelik+olmas%C4%B1&utm_campaign=social
Merhaba Arkadaşlar Ekşi Sözlük'de Gezerken Bu Yazı Gözüme Çarptı Gerçek'den Mükemmel Bir Yazı Sonuna Kadar Okumanızı Tavsiye Ederim ... [MENTION=8951]Dean[/MENTION] kardeşim geçen açtığın konu'da aynı sorunla benımde muzdarip oldugumu soylemıstım bu yazıyı oku ıyı gelıcek sana
iş hayatının aslında modern kölelik olması
hayatının ilk 23-24 senesi boyunca, sonraki 30 sene para kazandıracağın adama yardım edebilme şerefine ulaşabilmek için durmadan ders çalışırsın.
25'inde falan askere gidip tuvalet temizler, patates soyup, çöp toplarsın.
askerden döndükten sonra da muhtemelen emekli olana kadar her sabah 7'de uyanıp akşam 7'de falan evde olursun. eğer istanbul'da yaşıyorsan günde yaklaşık 2 saat trafik çekersin. ister bin lira, ister 3 bin lira al, ömür boyu hiç para harcamayıp biriktirsen muhtemelen insana yakışır bir ev parası bile kazanamazsın. kısacası hep birileri daha çok kazansın diye çalışırsın. bunun adına da iş, emek falan denir ki biraz kutsallık olsun. aslında olay emek değil emek sömürüsüdür. seni sömürenler de genelde takdir falan edilir, istihdam yaratıyor diye. halbuki yaptıkları şey daha fazla para kazanmak için daha çok kişiyi, yasaların müsade ettiği en düşük maaşla (bkz: asgari maaş) sömürmektir.
birçok üst düzey firmada yüksek konumda çalışan arkadaşlarım, evlerinden sabah 7 de çıkıp, akşam 7-8 civarı geri dönüyor. geriye ise kaç para alırsa alsın sadece özgür olan sadece 3-4 saatleri kalıyor. yani tüm emekleri bu 3-4 saat için aslında. bu 3-4 saati de biraz açarsak; akşam yemeği, ütü, banyo ve o günün dizi, maç ya da yarışmasını izlemek... sonrası uyku ve sabah uyandığın gibi aynı döngü. herşey akşam izlediğimiz tv programı için mi diye düşünüyor insan. (eve iş kilitlemediklerini var sayıyoruz)
30 sene kadar böyle devam ettikten sonra emekli olursun. ama şansa bak devlet öyle bir hesaplamıştır ki senden 30 sene boyunca kestiği paraları tam geri almaya başladığın anda türkiye'deki ortalama yaşam süresine erişmiş oluyorsun ve devletin öngörülerine göre muhtemelen ilk sene içinde ölüyorsun. (eğer çalıştığın sürede ölmezsen)
haliyle bu düzene dahil olmak istemedim. güzel bir üniversitenin ingilizce uluslararası ilişkiler bölümünden mezun oldum. ama mezun olduğum günden beri kendimi bir şekilde hep bu çarkın dışında tutmaya çalıştım, şu an kendi işimde mutluyum ve huzurluyum. sıfır maliyetle kurduğum internet sektöründeki kendi işimde şu an günde yaklaşık yarım saat ile bir saat arası çalışıyorum. ve dünya varmış diyorum. tek amacım özgür olabilmek. çoğu zaman da evden çalışıyorum. adı sanı olan hoş bir plazada ofisim olduğu halde çok gerek olmadıkça gitmiyorum. ofis kavramının da (bilgisayardan çalışabilenler için) sadece müşteriler ya da beraber iş yapmak istediğin şirketlerin gözünü boyamak için olan birşey olduğunu düşünüyorum. zaten yapacağım herşeyi elimin altındaki bilgisayardan yapabiliyorum. ama etrafımdaki herkesin özgürlüğü bu şekilde gasp edilince tek başına özgür olmanın anlamı, inanın bana çok azalıyor. herkes çalıştığı için ne biriyle dışarı çıkabiliyorsun, ne tek başına tatile gidebiliyorsun.
amacım kesinlikle başarı hikayesi paylaşmak falan değil. o yüzden kendimden yeterince az bahsedip, sistemdeki adaletsizliğe vurgu yapmaya çalışıyorum. hemen ekleyeyim ki bundan önceki 3 girişimim sayesinde herkese yetecek kadar başarısızlık hikayem mevcut.
eğer günün birinde şirketim çok büyürse, beraber çalıştığım insanlara hak ettiklerinin en az % 50 fazlasını vermeyi planlıyorum. ama buna karşılık normalden daha az çalışmalarını sağlamak, haftada 4 gün iş 3 gün tatil olmasını istiyorum. bunlar kulağa oldukça hoş gelen aynı zamanda maliyeti pek de yüksek olmayan şeyler aslında. bir çalışanın haftada 5 gün çalışacağına 4 gün çalışması % 20 oranında daha fazla kişi işe alarak rahatlıkla kapatılabilecek birşey. herşeyin bir çözümü var. fix cost'un % bilmem kaç oynaması karlılıkta önemli etkiler göstermez.
bütün bunların şirketin zararına olacağını söyleyenler, bunlardan konuşmamın sebebi kar zarar değil ama, bunları yaptığınızda şirketinizin doğal olarak paha biçilmez bir reklamı olacağından, reklam bütçesine harcadığınız muazzam paralara da ihtiyaç kalmayacak, bu bütçeyi %10 bile kıssanız ortaya kaynak çıkıyor. insanlar artık reklamınızı parayla değil içlerinden gelerek yapacaklar. bu da ben bunları sayarken eyvah battı şirket diye hesap yapanlara 2 kat para olarak geri dönmesi demektir. sonuçta hem insanlara hakettikleri değeri verip, hem de daha fazla para kazanacaksınız. paranız gitmiyor yani korkmayın. ben kendi şirketimde denedim işliyor. bunu google ve facebook da yapıyor. bir bildikleri olmalı değil mi? fazla söze gerek yok: işte google ofis ortamı
edit: bana yeni keşfettin diyen arkadaşlar, evet üniversiteden mezun olalı 3 sene oldu. yani hayata atılalı sadece 3 sene olduğu için yeni keşfettim. ama sisteme karşı dik durmaya çalıştım. sıfır sermaye ile kendi işimi kurdum. ne kimseyi sömürüyorum, ne kendimi sömürtüyorum. bazı ay masraflarım çıkıyor, bazı ay bir kişinin 4-5 yılda kazandığı parayı kazanıyorum. ama ayda 1000 tl de kazansam yine bu özgürlükten vazgeçemezdim diye düüşnüyorum, hele de bu kadar alıştıktan sonra asla. bu arada beni asıl mutlu eden kazanılan paradan çok, sahip olunan özgürlük.
mesela;
sabah alarmla değil uykumu alınca kalkmam.
gece istediğim saatte dışarı çıkabilmem.
sakal şeklime işyerindeki müdürün değil benim karar vermem.
bir yakınımın bebeği doğduğunda hastanede olabilmem.
kız arkadaşım ağladığında, saatin kaç olduğuna bakmadan atlayıp yanına gidip sarılabilmem.
kısaca en büyük özgürlüğüm: sevdiklerimle anılar biriktirebilmem.
edit 2: işimle ilgili çok soru geliyor. genç bir internet girişimcisiyim. üniversiteden sonra sıfır maliyetle kurduğum bir şirketim var. sıfır maliyet diyorum çünkü gerçekten para bağlamadım. bunun nedeni de kurduğum ilk 3 girişimde de son derece net şekillerde başarısızlık yaşamamdı. başarısızlıklarımda belki para batırmadım ama bu şekilde devam ettiğimde para kazanamayacağımı da anladım. şansım vardı, çünkü ailem hep arkamdaydı. bu da benim için fazladan birkaç kurşun daha atma şansı demekti.
markayı soranlar üzerine 3. edit: markamın ismini paylaşmadan çok daha rahat yazabilmem benim için çok büyük lüks. ve o lüksten ödün vermeyi düşünmüyorum. çünkü öyle birşey yaparsam, bu bundan sonraki tüm yazılarımda aynı zamanda markamı temsil etmek zorunda kalacağım için bu yazılarıma samimiyetsizlik olarak yansır. o yüzden ismimi ve markamın ismini paylaşmadan yazmaya devam etmek istiyorum. isimler değil fikirler önemlidir diyelim geçelim. ayrıca bu yazıyı reklam için yazdığım anlamı çıkabilir ki bu en çok beni üzer ve kendime laf söyletebilirim belki ama emeğime kesinlikle söyletmem. zaten iş yaşamımda yaptığım işten memnun kalanlar reklamımı yeterince yapıyor.
tavsiye isteyenlere özel 4. edit: bence sadece alanınız tıp ya da nükleer enerji sektöründe çalışıyorsanız bir işi mükemmelleştirinceye kadar beklemek gerekir. onun dışındaki tüm sektörlerde projelerinizi zaman kaybetmeden ve mükemmelleştirmeye çalışmadan hayata geçirin. hatalar varsa zamanla düzeltirsiniz. bugün apple bile en fazla birkaç ayda bir yazılımlarını güncelliyor. ama ne yaparsanız yapın, yaptığınız işte fark yaratın. benim mottom sadece bu. fikirleriniz saçma da olabilir. ama farklı düşünmek başlı başına gurur duyulacak birşey. zaten gerçek bir büyük fikir çoğu zaman ilk bakışta kimseye normal gelmez. denemekten bıkmamak lazım. bazıları risk almayı seven bir yapıda olduğumu iddia edebilir ama aslında en garantici benim diye düşünüyorum çoğu zaman. çünkü en büyük risk aslında hiç risk almamaktır derler. bu sayede hayatımda keşkeye yer bırakmamış oluyorum. sadece bu bile inanılmaz bir rahatlık. o yüzden kimseye kulak asmayın, kafanızın dikine gidin. bir laf vardır: ''insanlar kendileri yapamayacakları şeyleri, senin de yapamayacağını söylerler''. delilik ile dahilik arasındaki tek farkın elde edilen başarı olması da bunun en büyük kanıtı.
ben internet sektörünü seçtim, hem daha fazla insana kolayca ulaşabilmek, hem büyük sermayeler yerine parlak fikirler koyarak yapılabildiği için. çünkü ilk 3 başarısız girişimden sonra insan bir kez daha başarısız olursa 5. için yine ufak bir sermaye gerektiğini fark ediyor artık. o yüzden parayı idareli kullanmak gerekiyor. çünkü belli bi başarısızlık sayısından sonra etrafınızdakiler bu çocuk bu sefer hangi saçmalığı yapacak diye gülmeye hazır modda beklemeye başlıyor. maddi olarak aileniz destek olsa bile manevi olarak hep bir teselli etme modunda oluyorlar. ayrıca ortaya fikir koymak para koymaktan çok daha zevkli. parayı koyunca giderek elinde kalan para azalıyor ama fikir koydukça azalmıyor. idareli olmana gerek de yok. teorik olarak deneme şansın sonsuz. velhasıl ben bu yolu seçtim ama bence işin ne olduğu da pek önemli değil. önemli olan başkası için değil kendin için çalışmak. çünkü o zaman insan daha fazla çalışsa bile daha az yoruluyor. zaten sistemi kurunca herşey kendiliğinden makine gibi işliyor. büyüklerimiz hep işinin başında duracaksın der. ali sabancı'nın her gün apronda uçakları dolaşıp kontrol ettiğini düşünsenize bi. örnek extreme ama oldukça bitirici.
neticede bu sebeplerden kendi kendimin patronu olmayı seçtim. ama bu da mutluluğun garanti yolu değil sonuçta, sadece özgürlüğe giden yol. ben özgürlükten mutlu olurum, bir başkası kendini garantide hissettiğinde. sonuçta her şekilde önemli olan mutlu olmak. mutsuz olduktan sonra günde 1 saat bile çalışsan, o 1 saat 11 saat gibi gelir adama.
benim hedefim hangi alanda olursam olayım fark yaratmak ve bu konuda marka olabilmek ki bu da zamanla kendiliğinden oluyor. yazımdaki anafikir kendi işini kurmanın avantajları üzerine ama bu amaç değil, yalnızca bir araç. hedef yine aynı: mutlu yaşamak. yoksa kapitalizmin bu kadar vahşi olmadığı örnekler de mevcut gelişmiş ülkelerde diğer bir yazar arkadaşımızın anlattığı böyle güzel örnekler de var #47358164 .böyle güzel örnekler aslında beni yalanlar gibi gözüksede aslında aksine kurmak istediğim düzeni kurulmuşunu gördüğüm için daha da motive ediyor. böyle çalışma ortamına can feda. özetle önemli olan kendi işini ya da başkasının işini yapmaktan ziyade sahip olunan yaşam kalitesi.
final cut: hayatta en değerli şey zamandır. çünkü telafisi olmayan tek şey odur. para karşılığı istemediğimiz insanlarla istemediğimiz işleri yapmanın fahişelikten çok da farkı yok aslında. ne yaparsanız yapın ama zevk alacağınız bir iş yapın ve iş, para, kariyer derken hayatı ıskalamayın. hiçkimse 60 yaşına geldiğinde geriye dönüp bakınca hayatının tamamını çalışarak geçirmiş olmak istemez. ve en kötüsü hiçbirimizin yarın hayatta olacağı kesin değil. gezin, aşık olun, sarılın, öpüşün, sevişin, iltifat edin, şımarın, bir o kadar da şımartın, sürpriz yapın, hediyeler alın, çocuk yapın, bir tane daha yapın (kardeş candır), sadece yapmakla kalmayın onunla vakit geçirin, çocuğu yaptığınız kişiyi de unutmayın onunla da vakit geçirin, sahip olduklarınızı paylaşın, köpek besleyin, motora binin, paraşütle atlayın, yapılmadık spor bırakmayın, konsere gidin, için, sesiniz çirkin olsa bile bağıra bağıra şarkı söyleyin, manyak manyak dans edin, sarhoş olun, dağıtın, bokunu çıkarmayın kendinize gelin, şaka şaka çıkarabildiğiniz kadar çıkarın. bu adamın videoda yaptıklarını gençliğinizde yapın. çünkü hayat; nefes aldığımız anların toplamı değil, yaşadığımız nefes kesici anların toplamıdır.
debe editi: işte sahip olduğum bu özgürlük sayesinde 20 günün neredeyse tamamında gezi'deydim. gezi'yi unutmadık!
special thanks: çok yazmayan bir yazar olarak aynı gün 3 yazımın da debe'ye girmesi paha biçilemez. herkese binlerce teşekkür. beyin jimnastiğine kaldığımız yerden devam etmek için #47201765 , #47138222 #47277262 ve #47306658 no'lu entry'leri tavsiye ederim.
Ekşi Sözlük'de Konunun Linki : https://eksisozluk.com/is-hayatinin-aslinda-modern-kolelik-olmasi--4616306?a=nice&utm_source=facebook&utm_medium=eksifacebook&utm_content=i%C5%9F+hayat%C4%B1n%C4%B1n+asl%C4%B1nda+modern+k%C3%B6lelik+olmas%C4%B1&utm_campaign=social
Merhaba Arkadaşlar Ekşi Sözlük'de Gezerken Bu Yazı Gözüme Çarptı Gerçek'den Mükemmel Bir Yazı Sonuna Kadar Okumanızı Tavsiye Ederim ... [MENTION=8951]Dean[/MENTION] kardeşim geçen açtığın konu'da aynı sorunla benımde muzdarip oldugumu soylemıstım bu yazıyı oku ıyı gelıcek sana
iş hayatının aslında modern kölelik olması
hayatının ilk 23-24 senesi boyunca, sonraki 30 sene para kazandıracağın adama yardım edebilme şerefine ulaşabilmek için durmadan ders çalışırsın.
25'inde falan askere gidip tuvalet temizler, patates soyup, çöp toplarsın.
askerden döndükten sonra da muhtemelen emekli olana kadar her sabah 7'de uyanıp akşam 7'de falan evde olursun. eğer istanbul'da yaşıyorsan günde yaklaşık 2 saat trafik çekersin. ister bin lira, ister 3 bin lira al, ömür boyu hiç para harcamayıp biriktirsen muhtemelen insana yakışır bir ev parası bile kazanamazsın. kısacası hep birileri daha çok kazansın diye çalışırsın. bunun adına da iş, emek falan denir ki biraz kutsallık olsun. aslında olay emek değil emek sömürüsüdür. seni sömürenler de genelde takdir falan edilir, istihdam yaratıyor diye. halbuki yaptıkları şey daha fazla para kazanmak için daha çok kişiyi, yasaların müsade ettiği en düşük maaşla (bkz: asgari maaş) sömürmektir.
birçok üst düzey firmada yüksek konumda çalışan arkadaşlarım, evlerinden sabah 7 de çıkıp, akşam 7-8 civarı geri dönüyor. geriye ise kaç para alırsa alsın sadece özgür olan sadece 3-4 saatleri kalıyor. yani tüm emekleri bu 3-4 saat için aslında. bu 3-4 saati de biraz açarsak; akşam yemeği, ütü, banyo ve o günün dizi, maç ya da yarışmasını izlemek... sonrası uyku ve sabah uyandığın gibi aynı döngü. herşey akşam izlediğimiz tv programı için mi diye düşünüyor insan. (eve iş kilitlemediklerini var sayıyoruz)
30 sene kadar böyle devam ettikten sonra emekli olursun. ama şansa bak devlet öyle bir hesaplamıştır ki senden 30 sene boyunca kestiği paraları tam geri almaya başladığın anda türkiye'deki ortalama yaşam süresine erişmiş oluyorsun ve devletin öngörülerine göre muhtemelen ilk sene içinde ölüyorsun. (eğer çalıştığın sürede ölmezsen)
haliyle bu düzene dahil olmak istemedim. güzel bir üniversitenin ingilizce uluslararası ilişkiler bölümünden mezun oldum. ama mezun olduğum günden beri kendimi bir şekilde hep bu çarkın dışında tutmaya çalıştım, şu an kendi işimde mutluyum ve huzurluyum. sıfır maliyetle kurduğum internet sektöründeki kendi işimde şu an günde yaklaşık yarım saat ile bir saat arası çalışıyorum. ve dünya varmış diyorum. tek amacım özgür olabilmek. çoğu zaman da evden çalışıyorum. adı sanı olan hoş bir plazada ofisim olduğu halde çok gerek olmadıkça gitmiyorum. ofis kavramının da (bilgisayardan çalışabilenler için) sadece müşteriler ya da beraber iş yapmak istediğin şirketlerin gözünü boyamak için olan birşey olduğunu düşünüyorum. zaten yapacağım herşeyi elimin altındaki bilgisayardan yapabiliyorum. ama etrafımdaki herkesin özgürlüğü bu şekilde gasp edilince tek başına özgür olmanın anlamı, inanın bana çok azalıyor. herkes çalıştığı için ne biriyle dışarı çıkabiliyorsun, ne tek başına tatile gidebiliyorsun.
amacım kesinlikle başarı hikayesi paylaşmak falan değil. o yüzden kendimden yeterince az bahsedip, sistemdeki adaletsizliğe vurgu yapmaya çalışıyorum. hemen ekleyeyim ki bundan önceki 3 girişimim sayesinde herkese yetecek kadar başarısızlık hikayem mevcut.
eğer günün birinde şirketim çok büyürse, beraber çalıştığım insanlara hak ettiklerinin en az % 50 fazlasını vermeyi planlıyorum. ama buna karşılık normalden daha az çalışmalarını sağlamak, haftada 4 gün iş 3 gün tatil olmasını istiyorum. bunlar kulağa oldukça hoş gelen aynı zamanda maliyeti pek de yüksek olmayan şeyler aslında. bir çalışanın haftada 5 gün çalışacağına 4 gün çalışması % 20 oranında daha fazla kişi işe alarak rahatlıkla kapatılabilecek birşey. herşeyin bir çözümü var. fix cost'un % bilmem kaç oynaması karlılıkta önemli etkiler göstermez.
bütün bunların şirketin zararına olacağını söyleyenler, bunlardan konuşmamın sebebi kar zarar değil ama, bunları yaptığınızda şirketinizin doğal olarak paha biçilmez bir reklamı olacağından, reklam bütçesine harcadığınız muazzam paralara da ihtiyaç kalmayacak, bu bütçeyi %10 bile kıssanız ortaya kaynak çıkıyor. insanlar artık reklamınızı parayla değil içlerinden gelerek yapacaklar. bu da ben bunları sayarken eyvah battı şirket diye hesap yapanlara 2 kat para olarak geri dönmesi demektir. sonuçta hem insanlara hakettikleri değeri verip, hem de daha fazla para kazanacaksınız. paranız gitmiyor yani korkmayın. ben kendi şirketimde denedim işliyor. bunu google ve facebook da yapıyor. bir bildikleri olmalı değil mi? fazla söze gerek yok: işte google ofis ortamı
edit: bana yeni keşfettin diyen arkadaşlar, evet üniversiteden mezun olalı 3 sene oldu. yani hayata atılalı sadece 3 sene olduğu için yeni keşfettim. ama sisteme karşı dik durmaya çalıştım. sıfır sermaye ile kendi işimi kurdum. ne kimseyi sömürüyorum, ne kendimi sömürtüyorum. bazı ay masraflarım çıkıyor, bazı ay bir kişinin 4-5 yılda kazandığı parayı kazanıyorum. ama ayda 1000 tl de kazansam yine bu özgürlükten vazgeçemezdim diye düüşnüyorum, hele de bu kadar alıştıktan sonra asla. bu arada beni asıl mutlu eden kazanılan paradan çok, sahip olunan özgürlük.
mesela;
sabah alarmla değil uykumu alınca kalkmam.
gece istediğim saatte dışarı çıkabilmem.
sakal şeklime işyerindeki müdürün değil benim karar vermem.
bir yakınımın bebeği doğduğunda hastanede olabilmem.
kız arkadaşım ağladığında, saatin kaç olduğuna bakmadan atlayıp yanına gidip sarılabilmem.
kısaca en büyük özgürlüğüm: sevdiklerimle anılar biriktirebilmem.
edit 2: işimle ilgili çok soru geliyor. genç bir internet girişimcisiyim. üniversiteden sonra sıfır maliyetle kurduğum bir şirketim var. sıfır maliyet diyorum çünkü gerçekten para bağlamadım. bunun nedeni de kurduğum ilk 3 girişimde de son derece net şekillerde başarısızlık yaşamamdı. başarısızlıklarımda belki para batırmadım ama bu şekilde devam ettiğimde para kazanamayacağımı da anladım. şansım vardı, çünkü ailem hep arkamdaydı. bu da benim için fazladan birkaç kurşun daha atma şansı demekti.
markayı soranlar üzerine 3. edit: markamın ismini paylaşmadan çok daha rahat yazabilmem benim için çok büyük lüks. ve o lüksten ödün vermeyi düşünmüyorum. çünkü öyle birşey yaparsam, bu bundan sonraki tüm yazılarımda aynı zamanda markamı temsil etmek zorunda kalacağım için bu yazılarıma samimiyetsizlik olarak yansır. o yüzden ismimi ve markamın ismini paylaşmadan yazmaya devam etmek istiyorum. isimler değil fikirler önemlidir diyelim geçelim. ayrıca bu yazıyı reklam için yazdığım anlamı çıkabilir ki bu en çok beni üzer ve kendime laf söyletebilirim belki ama emeğime kesinlikle söyletmem. zaten iş yaşamımda yaptığım işten memnun kalanlar reklamımı yeterince yapıyor.
tavsiye isteyenlere özel 4. edit: bence sadece alanınız tıp ya da nükleer enerji sektöründe çalışıyorsanız bir işi mükemmelleştirinceye kadar beklemek gerekir. onun dışındaki tüm sektörlerde projelerinizi zaman kaybetmeden ve mükemmelleştirmeye çalışmadan hayata geçirin. hatalar varsa zamanla düzeltirsiniz. bugün apple bile en fazla birkaç ayda bir yazılımlarını güncelliyor. ama ne yaparsanız yapın, yaptığınız işte fark yaratın. benim mottom sadece bu. fikirleriniz saçma da olabilir. ama farklı düşünmek başlı başına gurur duyulacak birşey. zaten gerçek bir büyük fikir çoğu zaman ilk bakışta kimseye normal gelmez. denemekten bıkmamak lazım. bazıları risk almayı seven bir yapıda olduğumu iddia edebilir ama aslında en garantici benim diye düşünüyorum çoğu zaman. çünkü en büyük risk aslında hiç risk almamaktır derler. bu sayede hayatımda keşkeye yer bırakmamış oluyorum. sadece bu bile inanılmaz bir rahatlık. o yüzden kimseye kulak asmayın, kafanızın dikine gidin. bir laf vardır: ''insanlar kendileri yapamayacakları şeyleri, senin de yapamayacağını söylerler''. delilik ile dahilik arasındaki tek farkın elde edilen başarı olması da bunun en büyük kanıtı.
ben internet sektörünü seçtim, hem daha fazla insana kolayca ulaşabilmek, hem büyük sermayeler yerine parlak fikirler koyarak yapılabildiği için. çünkü ilk 3 başarısız girişimden sonra insan bir kez daha başarısız olursa 5. için yine ufak bir sermaye gerektiğini fark ediyor artık. o yüzden parayı idareli kullanmak gerekiyor. çünkü belli bi başarısızlık sayısından sonra etrafınızdakiler bu çocuk bu sefer hangi saçmalığı yapacak diye gülmeye hazır modda beklemeye başlıyor. maddi olarak aileniz destek olsa bile manevi olarak hep bir teselli etme modunda oluyorlar. ayrıca ortaya fikir koymak para koymaktan çok daha zevkli. parayı koyunca giderek elinde kalan para azalıyor ama fikir koydukça azalmıyor. idareli olmana gerek de yok. teorik olarak deneme şansın sonsuz. velhasıl ben bu yolu seçtim ama bence işin ne olduğu da pek önemli değil. önemli olan başkası için değil kendin için çalışmak. çünkü o zaman insan daha fazla çalışsa bile daha az yoruluyor. zaten sistemi kurunca herşey kendiliğinden makine gibi işliyor. büyüklerimiz hep işinin başında duracaksın der. ali sabancı'nın her gün apronda uçakları dolaşıp kontrol ettiğini düşünsenize bi. örnek extreme ama oldukça bitirici.
neticede bu sebeplerden kendi kendimin patronu olmayı seçtim. ama bu da mutluluğun garanti yolu değil sonuçta, sadece özgürlüğe giden yol. ben özgürlükten mutlu olurum, bir başkası kendini garantide hissettiğinde. sonuçta her şekilde önemli olan mutlu olmak. mutsuz olduktan sonra günde 1 saat bile çalışsan, o 1 saat 11 saat gibi gelir adama.
benim hedefim hangi alanda olursam olayım fark yaratmak ve bu konuda marka olabilmek ki bu da zamanla kendiliğinden oluyor. yazımdaki anafikir kendi işini kurmanın avantajları üzerine ama bu amaç değil, yalnızca bir araç. hedef yine aynı: mutlu yaşamak. yoksa kapitalizmin bu kadar vahşi olmadığı örnekler de mevcut gelişmiş ülkelerde diğer bir yazar arkadaşımızın anlattığı böyle güzel örnekler de var #47358164 .böyle güzel örnekler aslında beni yalanlar gibi gözüksede aslında aksine kurmak istediğim düzeni kurulmuşunu gördüğüm için daha da motive ediyor. böyle çalışma ortamına can feda. özetle önemli olan kendi işini ya da başkasının işini yapmaktan ziyade sahip olunan yaşam kalitesi.
final cut: hayatta en değerli şey zamandır. çünkü telafisi olmayan tek şey odur. para karşılığı istemediğimiz insanlarla istemediğimiz işleri yapmanın fahişelikten çok da farkı yok aslında. ne yaparsanız yapın ama zevk alacağınız bir iş yapın ve iş, para, kariyer derken hayatı ıskalamayın. hiçkimse 60 yaşına geldiğinde geriye dönüp bakınca hayatının tamamını çalışarak geçirmiş olmak istemez. ve en kötüsü hiçbirimizin yarın hayatta olacağı kesin değil. gezin, aşık olun, sarılın, öpüşün, sevişin, iltifat edin, şımarın, bir o kadar da şımartın, sürpriz yapın, hediyeler alın, çocuk yapın, bir tane daha yapın (kardeş candır), sadece yapmakla kalmayın onunla vakit geçirin, çocuğu yaptığınız kişiyi de unutmayın onunla da vakit geçirin, sahip olduklarınızı paylaşın, köpek besleyin, motora binin, paraşütle atlayın, yapılmadık spor bırakmayın, konsere gidin, için, sesiniz çirkin olsa bile bağıra bağıra şarkı söyleyin, manyak manyak dans edin, sarhoş olun, dağıtın, bokunu çıkarmayın kendinize gelin, şaka şaka çıkarabildiğiniz kadar çıkarın. bu adamın videoda yaptıklarını gençliğinizde yapın. çünkü hayat; nefes aldığımız anların toplamı değil, yaşadığımız nefes kesici anların toplamıdır.
debe editi: işte sahip olduğum bu özgürlük sayesinde 20 günün neredeyse tamamında gezi'deydim. gezi'yi unutmadık!
special thanks: çok yazmayan bir yazar olarak aynı gün 3 yazımın da debe'ye girmesi paha biçilemez. herkese binlerce teşekkür. beyin jimnastiğine kaldığımız yerden devam etmek için #47201765 , #47138222 #47277262 ve #47306658 no'lu entry'leri tavsiye ederim.
Son düzenleme: