http://www.youtube.com/watch?v=O0VXEG8LRZM
Sizin için feragat ediyorum. Eldivenlerimi çıkarttım, bir iki satır için parmaklarımın üşüyüp törpüleşmesine razıyım. Esasında hep ben razı geliyorum. Hatırlayamıyorum en son benim için kimlerin razı geldiğini. Vardır muhakkak birileri. Pekte bir önemi yok aslında. Ama yorumluyorum. Küflenmiş bir iki cümlemi raftan çıkartacağım. Hani şu gün yüzü görmeleri gerek olan cümleleri. Dediğim gibi, yorumluyorum. Belki bir kış sabahını, belki yağmurlu bir günü. Önemi yok. Sadece bugünü istiyorum. Bugünde ıslanmak, bugünü koklamak istiyorum. Martıların sesini duyup denizi hissetmek, birkaç yosunlu taşı seyredip sonrada hayatı yorumlamak istiyorum.
Sırtımı döndüğümde, gecenin ışığının usulca kapımdan içeri sızmış olduğunu görüyorum. Kim olduğuna bakıyorum, göremiyorum, tanıyamıyorum. Ama geldiği yönü biliyorum. Ne getirdi bana? Korku mu? Galiba. Nefesini arkamda hissediyorum, sanki konuşacakmış gibi. Yine ortalığı hüzün dolu bulutlar sardı. Bu beni daha çok korkutmaya başladı. Işığın rengi değişiyordu. Bulutların ise şekli. En derine indiğimi hissedebiliyordum, peki ya sonrası? Sonrası hep var, ama ulaşılmaz.
Sabah oluyor, günün ilk sesini duyabiliyordum. Yine koşuşturma, yine anlamsız bir telaş. Belli ki bir kış sabahıydı. Çocuk seslerine uyandım. Perdeyi aralayıp camdan dışarısını kolaçan ettim. Yılın ilk karı sokak aralarını doldurmakla meşguldü. Her yanım titriyordu. Yüzümü yıkayıp duruladıktan sonra sıkı sıkıya giyinmiş, atkımı boynuma dolamıştım. Kahvaltıya bile tahammülüm yoktu. Kasketimi takmamak olmazdı. Fabrika bacası gibi tütüyordum. Çay ocaklarının bir bir fokurdanmaya başladığı vakitlerde yollara düştüm. Herkes ayrı bir âlemde. Hep telaş, kargaşa, hep bir koşuşturma içinde bu sokaklar. Bu Âdem evlatları neyin peşinde? Ceyda öğretmenimin de öğrettiği gibi; Kendini gerçekleştirme, kişisel başarı, peşinde bu insanlar. (A. Maslow)
İlk işim küf kokmuş peynirlerin, bin bir çeşit baharatların bulunduğunu sokaklara inmek. Huzur katıyor bana, seviyorum bu sokakları. Siz de seviyor musunuz? Veya size ne iyi geliyor diye sorsam? Balık tutmak, bisiklete binmek, dans etmek veya bağırmak. Hangisi? Bilemedim mi? Bir önemi yok zaten. Daha doğrusu benim için bir önemi yok. Benim için önemi olan küf kokmuş peynirler, sizin için belki yüzmek, belki koşmak. Daha dün gibi hatırlıyorum bakkal Halil efendinin buradaki dükkânını. Evet evet tam şuradaydı. Su gibi geçiyor zaman. Nerede benim o çocukluğum? Neden değiştim ben? Hep öyle kalsaydım. Kahvaltımı yaptıktan sonra koşar adım arkadaşlarımı toplamaya gitseydim. Bisiklete binseydim. Patlak topumu yırtıp başıma takke yapsaydım. Denize, göle, ırmağa girseydik. Top oynasaydık. Veya saklambaç. Biz yapacak bir şey bulurduk. Ama izin vermediler. Büyüttüler bizi. Soran olmadı. Neden sorsunlar ki? Adettendir semeri sırta vermek. Şikâyetim yok, versinler semerimi. Hazırım katlanmaya. Ama semerim yetmiyormuş gibi gelip de sırtıma da binmesinler. O zaman ya sırtımdan teperim, ya kendimi teperim. Sırtından tepersen yalnız kalırsın. Kendini tepersen yalnız bırakırsın. Peki ya ne olacak? Alacaksın sırtına semerini, sırtlanacaksın tepinesi insanları. Yürü yürüyebilirsen. Gör görebilirsen geleceğini.
Belki de hayat ışığı görüp görememek, beklide hayat en derinlerde. Belki ulaşılır, belki ulaşılmaz. Kör olası satırlar, yine çelişkiye düştü, tıpkı hayat gibi.
Kaynak: Yorumluyorum | Fatih DEDECAN | Kişisel Web Sitesi
Sizin için feragat ediyorum. Eldivenlerimi çıkarttım, bir iki satır için parmaklarımın üşüyüp törpüleşmesine razıyım. Esasında hep ben razı geliyorum. Hatırlayamıyorum en son benim için kimlerin razı geldiğini. Vardır muhakkak birileri. Pekte bir önemi yok aslında. Ama yorumluyorum. Küflenmiş bir iki cümlemi raftan çıkartacağım. Hani şu gün yüzü görmeleri gerek olan cümleleri. Dediğim gibi, yorumluyorum. Belki bir kış sabahını, belki yağmurlu bir günü. Önemi yok. Sadece bugünü istiyorum. Bugünde ıslanmak, bugünü koklamak istiyorum. Martıların sesini duyup denizi hissetmek, birkaç yosunlu taşı seyredip sonrada hayatı yorumlamak istiyorum.
Sırtımı döndüğümde, gecenin ışığının usulca kapımdan içeri sızmış olduğunu görüyorum. Kim olduğuna bakıyorum, göremiyorum, tanıyamıyorum. Ama geldiği yönü biliyorum. Ne getirdi bana? Korku mu? Galiba. Nefesini arkamda hissediyorum, sanki konuşacakmış gibi. Yine ortalığı hüzün dolu bulutlar sardı. Bu beni daha çok korkutmaya başladı. Işığın rengi değişiyordu. Bulutların ise şekli. En derine indiğimi hissedebiliyordum, peki ya sonrası? Sonrası hep var, ama ulaşılmaz.
Sabah oluyor, günün ilk sesini duyabiliyordum. Yine koşuşturma, yine anlamsız bir telaş. Belli ki bir kış sabahıydı. Çocuk seslerine uyandım. Perdeyi aralayıp camdan dışarısını kolaçan ettim. Yılın ilk karı sokak aralarını doldurmakla meşguldü. Her yanım titriyordu. Yüzümü yıkayıp duruladıktan sonra sıkı sıkıya giyinmiş, atkımı boynuma dolamıştım. Kahvaltıya bile tahammülüm yoktu. Kasketimi takmamak olmazdı. Fabrika bacası gibi tütüyordum. Çay ocaklarının bir bir fokurdanmaya başladığı vakitlerde yollara düştüm. Herkes ayrı bir âlemde. Hep telaş, kargaşa, hep bir koşuşturma içinde bu sokaklar. Bu Âdem evlatları neyin peşinde? Ceyda öğretmenimin de öğrettiği gibi; Kendini gerçekleştirme, kişisel başarı, peşinde bu insanlar. (A. Maslow)
İlk işim küf kokmuş peynirlerin, bin bir çeşit baharatların bulunduğunu sokaklara inmek. Huzur katıyor bana, seviyorum bu sokakları. Siz de seviyor musunuz? Veya size ne iyi geliyor diye sorsam? Balık tutmak, bisiklete binmek, dans etmek veya bağırmak. Hangisi? Bilemedim mi? Bir önemi yok zaten. Daha doğrusu benim için bir önemi yok. Benim için önemi olan küf kokmuş peynirler, sizin için belki yüzmek, belki koşmak. Daha dün gibi hatırlıyorum bakkal Halil efendinin buradaki dükkânını. Evet evet tam şuradaydı. Su gibi geçiyor zaman. Nerede benim o çocukluğum? Neden değiştim ben? Hep öyle kalsaydım. Kahvaltımı yaptıktan sonra koşar adım arkadaşlarımı toplamaya gitseydim. Bisiklete binseydim. Patlak topumu yırtıp başıma takke yapsaydım. Denize, göle, ırmağa girseydik. Top oynasaydık. Veya saklambaç. Biz yapacak bir şey bulurduk. Ama izin vermediler. Büyüttüler bizi. Soran olmadı. Neden sorsunlar ki? Adettendir semeri sırta vermek. Şikâyetim yok, versinler semerimi. Hazırım katlanmaya. Ama semerim yetmiyormuş gibi gelip de sırtıma da binmesinler. O zaman ya sırtımdan teperim, ya kendimi teperim. Sırtından tepersen yalnız kalırsın. Kendini tepersen yalnız bırakırsın. Peki ya ne olacak? Alacaksın sırtına semerini, sırtlanacaksın tepinesi insanları. Yürü yürüyebilirsen. Gör görebilirsen geleceğini.
Belki de hayat ışığı görüp görememek, beklide hayat en derinlerde. Belki ulaşılır, belki ulaşılmaz. Kör olası satırlar, yine çelişkiye düştü, tıpkı hayat gibi.
Kaynak: Yorumluyorum | Fatih DEDECAN | Kişisel Web Sitesi